
KÖTÜLÜK TÜRLERİ AÇISINDAN DEPREMİN YOL AÇTIĞI ZARARLAR
Prof. Dr. Recep ARDOĞAN
Deprem bağlamında insanlar çeşitli sorguamalar yapmakta, yaşadıklarını veya şahit
olduklarını nasıl anlamlandıracağı konusunda farklı fikirler ileri sürmekte ve bu konu-
da kendilerine yol gösterecek nitelikli bilgiler ve doğru yaklaşımlar aramaktadır. Bu
sebeple kötülük problemi ve teodise bağlamında Kahramanmaraş Depremi’nin ve
yol açtığı kayıpların, ilk zamanlardaki ve sonrasındaki etkilerinin nasıl okunması-yo-
rumlanması gerektiğine ilişkin farklı sorgulamalar yapılmış ve değişik görüşler ortaya
çıkmıştır.
Konu
124K014 nolu tübitak projesi kapsamında hazırlanan bu tebliğin konusu, konuya ilişkin insanların duygu ve düşüncelerini tespit etmek ve buna göre yapılması gerekenleri saptamaya çalışmak değildir. Buna ilişkin proje kapsamında çeşitli iş paketleri vardır ve gerek nitel gerekse nicel araştırmalarla konunun bu yönü tespit edilmeye, açıklanmaya ve yorumlanmaya çalışılacaktır. Bu tebliğin konusu 6 Şubat Depremi’nin yol açtığı kayıplar karşısında yeniden gündeme gelen kötülük problemi veya depremin kötülük problemi ve teodise içindeki yerine dair neler söylenebileceğine ilişkin soruya, İslam açısından verilebilecek cevabı tespit etmektir.
Araştırma yöntemi
Tebliğde temel araştırma yöntemleri, kaynak taraması, metin analizi ve yorumlamadır. Düşünce tarihinde kötülük problemi, teodise konularıyla ilgilenmiş kimi düşünürlerin ve kelamcıların görüşleri, klasik kaynaklardan ve güncel araştırmalardan tespit edilecek, farklı açıklamalar lehte ve aleyhteki deliller bağlamında değerlendirilecektir.
Konunun Önemi
İnsan eylemlerinin, bilimin, felsefenin ve sanatın yöneldiği nihai hedef, mutluluk olarak açıklanabilir. Aslında dinin genel olarak amacı da insanın mutlu olması olarak açıklanabilir. Ancak, din mutluluğu, geçici haz, neşe ve eğlence durumu olarak tanımlamak yerine dünya ve ahiret mutluluğunu hedefler. İnsanın mutlu olmasında, musibetlerle, sıkıntılarla başa çıkma ve iyi oluş önemli yere sahiptir. Başa çıkma ve iyi oluş, ilk olarak insanın yaşadıklarını doğru bir şekilde görebilmesi ve iyi bir şekilde anlamlandırabilmesiyle başlar.
“İyi bir anlam”ın olmadığı yerde “iyi oluş”tan söz edilemez. Bu sebeple, depremin nasıl anlamlandırılması, kötülük problemi ve teodise bağlamında nasıl görülmesi ve konumlandırılması gerektiği, bu tebliğin konusu olacaktır. Bu konu, kötülük problemi ve teodiseye güncek bir afet bağlamında ışık tutma noktasında bilim dünyasına katkısı yanında insanların iyi oluşlarına ilişkin çözümler de sunması bakımından hayli önemlidir.
1. KÖTÜLÜK PROBLEMİ
1.1. Kötülük Kavramı
Kelam ilminde, kötülüğün tanımı ve anlam yelpazesi, “ta’dîl ve tevcvîr” konusu içinde yer alan husn-kubh konusunda ele alınır. Kelamcılar, kötülük kavramını karşılamak için estetik değer bildiren ve "çirkin" anlamına gelen "kabih (قَبِيح)" kavramını kullanmakta; onu ahlaki anlamıyla konu etmekte ama bu kavramın çok farklı manalara geldiğini de vurgulamaktadır:
- İnsanın tabiatına uygun olmama
Burada kötülük, bir olgunun insanın sinir sistemi ve psikolojisine aykırı düşme, onda acı, üzüntü, bıkkınlık, boşluk gibi hislere yol açmasından kaynaklanır. Acı, üzüntü, kaygı, korku, stres, bunalım yanında, insanın estetik yönüne (zevk-i selim) hitap etmeyen şeyler bu kapsamdadır.
- Belli bir amacın gerçekleşmesine engel olma
Bu anlamda kötü, izafîdir. Çünkü bir amaca hizmet eden şey başka bir amaca hizmet etmeyebilir. Bir insanın amacı bir başkasının maksadıyla çelişebilir.
- Bir faydanın gerçekleşmesini önleme ve zarar verme
Burada da fayda ve zararın izafi ve değişken olma durumu söz konusudur.
- Akıl sahiplerince zemmedilmeye, kötülenmeye müstahak olma
Bu, Mu'tezile ve Maturîdiyye'de karşımıza çıkan bir tanımlamadır. Aklın tek başına, ahlak alanında bazı doğru hükümlere ulaşabileceği görüşüne dayanır. iyi ile kötü arasında kötülenmeye ya da övülmeye müstahak olma, aklî-objektif bir kriter olarak alınır.
- Eksik ve kusurlu olma
Varlıkta eksiklik ve kusur oluşturan nitelik ise, onun değerini düşürür. Bu anlamda, cehil yani bilgisizlik kötüdür.[1]
1.2. Felsefi ve Kelamî Bir Konu Olarak Kötülük Problemini
Kötülük problemini, kaynaklarda, ilk kez dile getirenin İlkçağ düşünürlerinden Epicurus (öl. MÖ 270)[2] olduğu; problemi daha net bir ifadeye büründürerek yeniden dillendirenin David Hume olduğu belirtilmektedir."[3] Hume, "Epicurus'un eski soruları hala yanıtlanmamıştır." demekte ve bunları aşağıdaki gibi ifade ederek kötülük problemini daha çarpıcı hâle getirmektedir:
- Tanrı, kötülüğü önlemek istiyor da önleyemiyor mu? O hâlde o güçsüzdür.
- Gücü yetiyor da istemiyor mu? O zaman art niyetlidir.
- Hem gücü yetiyor hem de önlemek istiyor mu? O hâlde kötülük nereden geliyor?[4]
Soru teke indirgendiğinde; Tanrı, "her şeye gücü yeten", "her şeyi bilen" ve "iyiliği seven"dir; bütün bu sıfatları taşıyan bir Tanrı'ya rağmen "kötülük" neden hala vardır?"[5] şeklinde ifade edilebilir.
1.3. Problematik Açıdan Kötülük Türleri
Kötülük problemi ele alınırken söz konusu edilen kötülük türleri aşağıdaki gibi açıklanabilir.
1.3.1. Metafizik Kötülük
Metafizik kötülük, yaratılmış evrenin mükemmel olmayışı, sınırlı ve sonlu oluşudur, denebilir.[6] Metafizik kötülük, âlem kavramında analitik olarak bulunan, âlem kavramının tahlilinden anlaşılan bir olgudur. Çünkü âlem, her şeyin yaratıcısı ve Rabb'i olan Allah dışındaki varlıklardır, yaratılmıştır. Yaratılmış yaratıcı gibi mükemmel olamaz. Dolayısıyla, metafizik kötülük, en mükemmel ile kıyaslama yapıldığında ortaya çıkan bir kavramdır. Bunun yanında maddenin tabiatı, Yaratıcı’dan uzaklaşma gibi olgularla da ilişkilendirilir.
1.3.2. Doğal/fizikî Kötülük
Doğal veya fizikî kötülükler, insanın eylemlerinden bağımsız olarak doğada meydana gelen acı ve üzüntü verici olaylardır. Kelamcıların söz ettiği “canlıların tabiatına aykırı olan, elem ve üzüntüye yol açıcı olan” anlamındaki kötülük, doğal kötülüğük, daha doğrusu doğal kötülüğün etkileridir.
1.3.3. Ahlakî Kötülük
Ahlakî kötülük, bilgi ve değer yargılarına ulaşmayı sağlayan akla ve vicdana, iyi ile kötü arasında tercihte bulunabilmeyi sağlayan iradeye sahip olması nedeniyle ahlakî bir fail olan insanın davranışlarının sonucudur. Mutezilî ve Mâturîdî kelamcıların akıl sahiplerince "zemmedilmeyi gerektiren" anlamında söz ettiği kötülük, ahlakî kötülüktür. İnsanın “yaratılış amacı”na; “hak kavramı”na aykırı davranması, eşyaya tabiatına aykırı muamelede bulunması ahlaki kötülüktür.
1.3.4. Estetik Kötülük
Varlık veya olayın insanın estetik duyusuna, zevk-i selime aykırı olmasıdır.
Bu kötülük türleri farklı şekillerde tasnif edilir. Yukarıda sıralandığı şekilde dörtlü bir tasnif yapılabileceği gibi metafizik kötülük söz konusu edilmeden ikili ve üçlü tasnif de yapılabilir:
1. Doğal kötülük,
2. Estetik kötülük,
3. Ahlaki kötülük.
Diğer bir tasnifte ise “estetik kötülük” doğal kötülük içinde konumlanır:
1. Doğal kötülük
2. Ahlaki kötülük.
2. DEPREMİN KÖTÜLÜK TÜRLERİ ARASINDAKİ YERİ – NİTELİĞİ
Kötülük kavramına ve kötülük türlerine ilişkin bu bilgilerden sonra depremin bunların hangisi içinde yer aldığını açıklamak gerekir. Bunun için de ilk olarak deprem terimi hakkında kısa bir bilgi vermek yerinde olacaktır.
2.1. Deprem Olayı
"Deprem (earthquake), tektonik kuvvetlerin veya volkan faaliyetlerinin etkisiyle yer kabuğunun kırılması sonucunda ortaya çıkan enerjinin sismik dalgalar hâlinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yeryüzünü kuvvetle sarsması olayı”dır.[7] Depremle yakından iligli bir terim de “fay”dır. “Fay (fault) Tektonik hareketlerin etkisiyle yer kabuğunun kırılarak yer değiştirmiş kısmı”na denir.[8] Deprem anında, fay üzerinde biriken şekil değiştirme yahut yamulma enerjisi, hızla kinetik enerjiye dönüşerek fayın her iki tarafındaki yerkabuğu parçaları (fay blokları) zıt yönlerde yer değiştirir. Bu da yer kabuğunun derinliklerinden canlıların yaşam alanlarına doğru, hızlı ve şiddetli bir sarsıntıya neden olur. Deprem bu sarsıntıdır.
Deprem bir “doğal afet”tir. Afet ve Acil Durum Başkanlığı (AFAD) afeti: “Toplumun tamamı veya belli kesimleri için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar doğuran, normal hayatı ve insan faaliyetlerini durduran veya kesintiye uğratan, etkilenen toplumun baş etme kapasitesinin yeterli olmadığı doğa, teknoloji veya insan kaynaklı olay” şeklinde tanımlamaktadır.[9] Afet, bir ODD[Olağan Dışı Durum] olarak görülmektedir. "Deprem, sel, toprak kayması, çığ düşmesi, tsunami, su ve besinlerle bulaşan hastalıklar, vektörlerle bulaşan hastalıklar, insandan insana bulaşan hastalıklar; ani etkili ya da akut başlangıçlı ODD[Olağan Dışı Durum]/afet olarak kabul edilirler."[10]
Savaşların ve büyük yangınların aksine, insanın bir dahli olmadan gerçekleşen ve toplumlarda derin izler bırakan depremler, örneğin 1755 Lizbon Depremi, Batılı ilim adamları ve filozoflar tarafından kötülük problemi tartışmasında sık sık gündeme getirilir. Günümüzde yerbilimciler, Lizbon Depremi'nin Atlas Okyanusu'nda Cabo de São Vicente'den 200 km batıda meydana geldiğini, 9 Richter ölçeğinde olduğunu tahmin etmektedirler. Bu deprem, tarihteki en yıkıcı depremlerden biri olup bölge insanlarının hatıralarında acı izler bırakmıştır. Depremden kaynaklı olarak 60.000 ile 100.000 arasında insanın öldüğü tahmin edilmektedir. Depremi bazı kuvvetli artçılar yanında bir tsunami ve kentin pek çok yerinde başlayan yangınlar takip etmiştir. Sonuç olarak da o zamanlar Avrupa'nın dördüncü büyük şehri olan Lizbon'un neredeyse tüm yerleşim alanları kullanılmaz hâle gelmiştir. Bu depremin bir sonucu da büyük ölçüde köle ticaretine dayalı Portekiz'in ekonomisinin çökmesi ve koloni imparatorluğunun 18. yüzyılda büyük ölçüde yıkılmasıdır.[11] Voltaire’in başka bazı düşünürlerin kötülük problemine bakışı da bu depremin yaşatmış olduğu derin üzüntü ve buhranın tesiri altındadır.[12]
Depremin kendisi, insan kaynaklı olmamakla bir “doğal afet”tir. Ancak, depremin yol açtığı zararlar söz konusu olunca, bunları tümden “doğal” olarak açıklamak ne derece doğrudur. Bu mesele, aşağıda çeşitli yönleriyle incelenecektir.
2.2. Depremde Alınabilcek Tedbirler ve Bilinçli İhmaller
Depremin kendisinin, yukarıda veridiğimiz bilgiler ışığında, bir “doğal afet” yani insanın seçimine ve planlamasına bağlı olmayan ve onun gücü dâhilinde bulunmayan bir afet ve musibet olduğu ortaya çıkmıştı. Ancak, deprem ile depremin zararları iyi ayırt edilmelidir. Depremi önemlemek için şu anki bilgi ve teknoloji ile yapılabilecek bir şey olmasa da depremin zararlarını önleme veya azaltma noktasında şu anki bilgiler ve teknolojilerin verdiği imkânlarla yapılabilecek çok şey vardır. Bu durumdan dolayı depremin anlamı da bugün değişmiştr. Geçmişte, depremin salt doğal afet olarak tanımlanabileceği zamanlardan geçilmiştir. Ancak bugün deprem yol açtığı hasarlar açısından salt doğal afet değildir, dolayısıyla salt doğal kötülük olarak da tanımlanamaz.
Aşağıdaki haberde verilen bilgiler, olayın salt doğal kötülük olarak tanımlanamayacağına; yıkılan binaların yapım aşamalarında yer alan görevlilerin bu yıkımlardan ve sonuçlarından da sorumlu olduğuna işaret etmektedir. Depremin üzerinden yaklaşık 22 ay sonra yayımlanan bu haberde, yıkılan bir binanın dava sürecinde yeniden hazırlanan bilirkişi raporunda, suçlunun yalnızca, müteahhit değil kamu kurum ve görevlilerinin de suçlu olduğu tespiti yer alıyor. Buna göre:
"Deprem felaketinde yaklaşık 150 kişiye mezar olan Palmiye Sitesi için sekiz akademisyen yeni bir bilirkişi raporu hazırladı. Önceki raporda tali kusurlu bulunan belediye görevlilerinin yeni raporda asli kusurlu olduğu vurgulandı."
Rapora göre müteahhit dışında aşağıdakiler de suçludur:
• Statik proje müellifi: Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik hükümlerini dikkate almamış olması, hazırlamış olduğu statik/betonarme projenin ruhsata esas olan mimari projeyle uyumlu olmamasından ötürü asli kusurlu.
• Fenni mesul: Ruhsat esas olan statik/betonarme projenin ruhsata esas olan mimari proje ile uyumlu değil. Yapının inşa sürecinde kullanılmış olan beton ve çelik donatı için standartta tanımlı kriterleri sağlamıyor. Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik (1998) hükümlerinin dikkate alınmamış olduğu statik/betonarme projeyi uygulamış olmasından dolayı asli kusurlu.
• Belediye proje kontrol birimi sorumluları: Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik hükümleri dikkate alınmadan hazırlanmış olan statik projeye onay verdiler. Statik projenin 27 Haziran 2000 tarihli yapı ruhsatı ve eki mimari projeye aykırı olmasına karşın yapı ruhsatı düzenlenmiş olmaları nedeniyle asli kusurlular.
• Belediye yapı kontrol birimi sorumluları: Yapı ruhsatı ve eki mimari projeye aykırı inşa edilmiş olmasına karşın herhangi bir işlem tesis etmedikleri için asli kusurlular.[13]
Her bilimsel bilgi önümüzde yeni seçenekler demektir. İnsan bilgisini artırarak hayatta daha farklı seçenekler olduğunu fark eder. İnsana düşen tüm seçenekleri görerek iyi bir planlama yapmaktır. Bugün jeoloji, sismoloji gibi bilimler, yer kabuğunu oluşturan katmanları, yer kabuğu içinde birbirine baskı ve itme gücü uygulayan levhaları ve fay hatlarını, dolayısıyla deprem kuşaklarını tespit etmektedir. Geoteknik mühendisliği, zemin, kaya ve yeraltı suyu özelliklerine uygun bir inşaat projesinin nasıl olması gerektiğine ilişkin veriler sunmaktadır. Ayrıca inşaat mühendisliği, depreme dayanıklı binaların ne gibi malzemelerden nasıl inşa edilmesi, “sismik izolatör” denen ve farklı çeşitleri bulunan sarsıntı azaltıcı elemanların nasıl kullanılması gerektiğini ortaya koymakta, bunları formüllere aktarmaktadır. Tüm bu bilimsel verilere göre hareket etmek, verimli-korunaklı seçenekleri uygulamak dinî bir sorumluluktur. Çünkü Allah insana akıl, idrak, gözlem, tecrübe, bilgi ve bilim üretme yetenekleri vermişse, bunları doğru biçimde kullanması için vermiştir. Allah (c.c.) insana verdiği nimetleri (veya nimetlerin eserlerini) insanoğlunda görmek ister. Aklın ve bilme potansiyelninin eseri, bilgi üretmek, bilgiyi kullanmaktır; vicdanın eseri aldatmaktan, istismar etmekten, haksız kazanç sağlamaktan ve zarar vermekten kaçınarak bilgiyi ve gücü iyi yönde kullanmaktır. İnsanın söz konusu yetenekleri kullanması ve bunların eserlerini hayatında görünür kılması (tahdis-i nimet), Allah'ın irade ettiği insanî/medenî değerlerdendir.
Diğer yandan, bir âfeti "özel bilgilere sahip" imiş gibi "doğal düzen" ile ilişkisini keserek yorumlamak da yanlışa açık bir yaklaşımdır. Deprem kuşağında olan ülkemizde gösterişten ve hatta konfordan önce depreme dayanıklı, güvenli ve işlevsel yapı(laşma)lara ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç, başka ülkelerde de vardır ve oralarda insanları gerekli bilim ve teknolojileri üretmeye sevk etmiştir. Ancak ülkemizde, bu bilim ve teknoloji üretiminde ve de kullanımı alanında bir yetersizlik söz konusudur. Gerekli sermayeye sahip kimseler, inşaat mühendisliği ile ilgili donanıma sahip olmasa da konut inşa etmeye girişmiş; uzman olmadıkları konuda uzmanların bilgisine göre de hareket etmemişlerdir. Burada, hem bilgi üretmeme hem de hazır bilgiyi kullanmama, hatta kullanmaktan kaçınma durumu sözkonusudur. Teknoloji araştırma ve geliştirmeden uzak olduğu gibi zorunlu durumlarda bunları satın almaktan kaçınma tavrı söz konıudur.
Toplumumuzda bir yanda her alanda en ileri düzeyde uzmanlığa sahip insanlar bulunmakta diğer yandan ihtiyaç duyulan bilgilere ulaşmamakta ve bunları kullanmamakta ısrar eden cehalet örneği kimseler bulunmaktadır. Bunlar "kâr"ı görünce bilime "ihtiyaç" duymamakta; "kârun"laştıkça "Bu zenginlik bana bilgim dolayısıyla verildi" diye düşünmektedirler. Ayrıca, Kahramanmaraş Depremi’nin bir kez daha gösterdiği üzere, uzmanlara sahip kurumlarda bazı yetkililer, gerekli denetimleri yapmak yerine yanlış raporlar hazırlayabilmektedirler. Toplum adam kayırmacılık veya rüşvetle iş yapanlardan soyut şikayet etmekte ama somut bir şihayette bulunmamaktadır.
Depremin kendisi doğal kötülüktür ama yol açtığı zararlar büyük ölçüde ahlaki kötülük kaynaklıdır. Mühendislik kurallarına aykırılık ve malzemeden çalma gibi sebeplerle yıkılan binalar inşa etmenin, üstelik bunları deprem yönetmeliğine uygun diye pazarlamanın sebep olduğu vefatlar, yaralanmalar ve başka kayıplar nedeniyle ahirette büyük vebali olduğu gibi fıkhen ve hukuken bu dünyada da ağır cezaları vardır. İslam'ın koyduğu iyiliği emir ve bireysel sorumluluk ilkesi gereğince, günaha rıza da günahtır, hata ve ihmali bulunanların suçunu örtbas etmek de suçtur. İnsanoğlunun adalet çerçevesinde ve adalet için yapılabilecekleri, İslam’ın da bir gereğidir. İslam, bireysel sorumluluktan; bireyin topluma karşı sorumluluğundan da söz eder.
Bina inşa edilirken toplumda yaygın bir refleks “bir şey olmaz” [veya olsa bile bizden sonra olur] şeklindedir. Ancak deprem gerçekleştiğinde bu düşüncenin yerini “kader/mukadderat”, “Allah’tan gelene sabır” ve “imtihan” kavramları yer almaktadır. Bu kavramların elbette iman ve irfanda bir yeri vardır ancak suça ve suçluya isyanın karşısında, durumu kanıksatıcı bir mana bunlara yüklenmemelidir. Oysa deprem hadisesini, kader ile açıklamak, yer kabuğunun alt kısmında aralarında fay hattı bulunan büyük levhalar bulunduğunu, fay hatlarında gerilim ve enerji birikmesi olduğunu ve bunların belli aralıklarla depremlere neden olduğunu göz ardı etmek değildir. Kader temelde, insanın bilgi, irade ve gücünü aşan, onun engelleyemeyeceği olayların Allah'ın da kontrolü dışında gerçekleşen bir belirsizlik olmadığını vurgular. Dolayısıyla bilimin açıklamaları maddi dünyada işleyişin nasıl olduğunu ve insanın nasıl hareket etmesi gerektiğini söylerken din ve kader kavramları, insanın gücünü aşan yerde nasıl bir ruh hali ve moralite içinde olması gerektiği söyler. Bilim, doğa yasalarına uygun tedbir almanın yolunu gösterirken din tedbir almayı bir fazilet olarak niteler ve insanı buna teşvik eder.
SONUÇ
Depremin kendisi doğal bir afet ama yol açtığı hasarlar, maddi zararlar, travmalar ve can kayıpları büyük ölçüde “ahlaki kötülük”tür. İnsanlardan kaynaklıdır. İnsanların, çeşitli disiplinlerde üretilmiş bilgileri gerektiğince öğrenmeden ve özümsemeden veya bu bilgilere sahip uzman kimseleri istihdam etmeden bina yapımına girişmesine; bilgi ve teknoloji üretecek yeterlilikten uzak olduğu kadar üretilmiş bilgi ve teknolojileri kullanmayacak kadar ham ve açgözlü olmasına bağlı olarak depreme dayanaksız binalar inşa etmelerinin sonucudur. Özellikle yaptıkları evlerin görünümüne, dekorasyonuna, lüks özeliklere sahip olmasına verdikleri önemi depreme dirençli olmasına vermemeleri nedeniyle sorumlu ve suçlu olan insanlardır.
Dünyadaki çok farklı canlı türleri içinde yalnızca insana akıl yürütme, bilgi üretme ve bunları sonrakilere aktarma yeteneği verilmiştir. İnsani kapasitenin bir unsuru olarak akademik zekâ ve bilimsel yetenek de insanın doğru biçimde kullanmakla sorumlu olduğu bir emanettir. O halde bilim ile kader kavramlarını birbirine alternatif olarak konumlandırmak yanlış olacaktır. Kanaatimizce, bu yanlış, dini tenkit etme amacıyla yapıldığından çok dindarlık adına yapılmaktadır.
Depremin sonuçları açısından söz konusu olan ahlaki kötülük, neredeyse tüm toplumun
iştirak ettiği bir kötülüktür. Çünkü toplum, kayıplardan sorumlu ve suçlu olanlara göz
yummaları; başka binaların ayakta kaldığı yerde yaptığı bloklar yıkılan müteahhitlerin
ne kadar suçlu olduklarına, siyasi konumuna göre karar vermeleri nedeniyle suça iştirak
etmektedirler. Çünkü, bir hadiste vurgulandığı üzere, bir kötülük gördüğünde,
sorumluluk hissederek onu değiştirmek/değiştirtmek için bir şeyler yapmaya çalışmak
veya kötülüğe karşı insanları uyarmak ya da en azından kötülüğü kanıksamamak, ona
karşı en azından pasif/içsel bir tepki göstermek, buğzetmek gerekir. Bunların hiçbirinin
olmadığında, kötülüğe şahit olan kimseler de suça sessiz kalmakla iştirak etmiş olurlar.
Sorumluluk, en başta dinî ve ahlaki bir kavramdır; toplumsal sorumluluğun
hissedilmediği yerde dinin anlaşılması noktasında önemli bir sorun var demektir.
KAYNAKLAR
AFAD, Açıklamalı Afet Yönetimi Terimleri Sözlüğü, T.C. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı Kasım yayını, 2014 (Erişim 15 Mart 2023),
Arıcan, M. Kazım, "Kant'ın Kötülük Anlayışı ve Teodise Eleştirisi", CÜİF Der., X/2 (2006), ss. 217-235.
"Belediye görevlileri de müteahhit kadar suçlu!", https://www.birgun.net/haber/belediye-gorevlileri-de-muteahhit-kadar-suclu-585600
el-Beyâdî, Kemaleddin Ahmed b. Hasen b. Yusuf, İşârâtü’l-Merâm min Ibârâti’l-İmâm, nşr. Yusuf Abdurrazzâk, Kahire 1368/1949.
Çelik, Kevser, "Kötülüğün Felsefesi: Felsefi Tecrübede Kötülük Sorunu ve Kötülüğü Haklılaştırma Olarak Teodise", Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, II/6 (2014), ss. 155-182.
Çevik, Mustafa, "David Hume'da Kötülük Sorunu", Dini Araştırmalar, VI/16 (2003), ss. 25-38.
Haklı, Şaban, "Kötülük Problemi, Yaklaşımlar ve Eleştiriler", Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2 (2002), ss.195-211.
Hume, David, Din Üstüne, çev. Mete Tunçay, İmge Yay., Ankara 1995.
Schopenhauer, Arthur, Hayatın Anlamı, çev. Ahmet Aydoğan. 3. baskı, (İstanbul: Say yayınları, 2010).
Süreyya, Ali Ceylan; Yiğitalp Rençber, "Depremin Halk Sağlığı Üzerine etkileri", Her Yönüyle Deprem, cilt 1, ed. Yusuf Kenan Haspolat; Sabahattin Ertuğrul, Orient Yayınları, Ankara, 2023.
Topaloglu, Aydın, "Tanrısal İnayetin Felsefi Anlamı ve Tarihsel Arka Planı", MÜİF Der., XXVII (2004/2), ss. 105-119.
Yaran, Cafer Sadık, Kötülük ve Teodise -Batı ve İslam Din Felsefesinde “Kötülük Problemi” ve Teistik Çözümler-, Vadi Yay., Ank. 1997.
Yılmaz, Nurten Kiriş, "Kötülük Probleminden Schopenhauer Kötümserliğine", Tabula Rasa Felsefe & Teoloji, Yıl 9, S 25-26 (Isparta 2009), ss. 99-108.
"1755 Lizbon depremi", https://tr.wikipedia.org/wiki/1755_Lizbon_depremi
”1. Büyüklük (Magnitüd) Nedir?”, [Boğaziçi Üniversitesi, Kandilli Rasathanesi ve Deprem Arastirma Enstitüsü], www.koeri.boun.edu.tr/bilgi/buyukluk.htm
Sonnotlar--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------[1] el-Beyâdî, Kemaleddin Ahmed b. Hasen b. Yusuf, İşârâtü’l-Merâm min Ibârâti’l-İmâm, nşr. Yusuf Abdurrazzâk, Kahire 1368/1949, 76.
[2] Epicurus, tanrıların dünyada olup bitenlere karışmadığını, insanlardan uzaklarda sükunet içerisinde mutlu bir yaşam sürdüklerini iddia etmişti. Ona göre, evren, ilahî bir eser değildir; kötülüklerin ve sefaletlerin varlığı da bunu kanıtlamaktadır. Epicurus'un bu yargısı, Olimpiya'da hayat süren mitolojik tanrıları hedeflemekteydi. Aydın Topaloglu, "Tanrısal İnayetin Felsefi Anlamı ve Tarihsel Arka Planı", MÜİF Der., XXVII (2004/2), 105-106.
[3] M. Kazım Arıcan, "Kant'ın Kötülük Anlayışı ve Teodise Eleştirisi", CÜİF Der., X/2 (2006), 223. "David Hume ile (öl. 1776) birlikte kötülük problemi, bir problem olmaktan çıkmış, Tanrı’nın yokluğunu ortaya koyan bir delil “ateist bir delil” hüviyeti kazanmıştır." Şaban Haklı, "Kötülük Problemi, Yaklaşımlar ve Eleştiriler", Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2 (2002), 196.
[4] Hume, David, Din Üstüne, çev. Mete Tunçay, İmge Yay., Ankara 1995, s. 209.
[5] Çevik, "David Hume'da Kötülük Sorunu", 25-26.
[6] Yaran, Kötülük ve Teodise, 26.
[7] AFAD, Açıklamalı Afet Yönetimi Terimleri Sözlüğü, T.C. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı Kasım yayını, 2014 (Erişim 15 Mart 2023), 58.
[8] AFAD, Açıklamalı Afet Yönetimi Terimleri Sözlüğü, T.C. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı Kasım yayını, 2014 (Erişim 15 Mart 2023), 73. Fay düzlemi üzerindeki hareketin şekline göre fayları; eğim atımlı ve doğrultu atımlı biçiminde ikiye ayırmak mümkündür. Eğim atımlı faylar hareket eden blokların yönü esas alınarak normal fay, ters fay, bindirme fayı gibi adlar almaktadır. Doğrultu atımlı faylar ise, karşı blokun hareket yönüne göre sağ yanal atımlı veya sol yanal atımlı faylar olarak adlandırılır. AFAD, Açıklamalı Afet Yönetimi Terimleri Sözlüğü, T.C. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı Kasım yayını, 2014 (Erişim 15 Mart 2023), 73.
[9]
[10] Süreyya, Ali Ceylan; Yiğitalp Rençber, "Depremin Halk Sağlığı Üzerine etkileri", Her Yönüyle Deprem, Ed. Yusuf Kenan Haspolat; Sabahattin Ertuğrul, Orient Yayınları, Ankara, 2023, cilt 1, s. 2.
[11] "1755 Lizbon depremi", https://tr.wikipedia.org/wiki/1755_Lizbon_depremi [Erişim: 03.01.2025]
[12] Onun Yaratıcı’nın (c.c.) inayet ve rahmetini hedef alan sorgulamaları ve itirazları, ilmî ve fikrî bir derinlikten çok sokak ağzını yansıtır. Olgunluktan uzak bir karamsarlık ve nimeti görmeme söz konusudur. Oysaki, Lizbon depreminden sonra bu acıyı yaşayanlar veya buna şahit olanların hepsi ya da çoğu ateist olmadılar, Voltaire'in söylediklerini söylemediler. Voltaire, onların sözcüsü de değildi. Diğer yandan, acıları sabır ve metanetle karşılayanların bu hâli de gayr-i makul ve gayr-i insani yahut insan-üstü değildir. Belli acıların ardından kötülük probleminin sözcülüğünü üstlenen kimi isimler, kendi karamsar ruh hâlini düz mantıkla başkalarına aşılamaktadırlar. Schopenhauer da "bu dünyanın mümkün dünyaların en kötüsü olduğunu tezini ileri sürer." Yılmaz, Nurten Kiriş, "Kötülük Probleminden Schopenhauer Kötümserliğine", Tabula Rasa Felsefe & Teoloji, Yıl 9, S 25-26 (Isparta 2009), 103. Bu dünyayı mümkün âlemlerin en kötüsü olarak görmek, açık biçimde bir buhran ve kötümser bir ruh hâlini yansıtmaktadır. Schopenhauer, “bu dünyada neredeyse bütün insanların hayatları boyunca paylarına düşen iş-güç, tasa kaygı, zahmet meşakkat ve sıkıntıdır.” demektedir. Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı, çev. Ahmet Aydoğan. 3. baskı, (İstanbul: Say yayınları, 2010), 17. Ayrıca bk. s. 9-19, 60.
[13] "Belediye görevlileri de müteahhit kadar suçlu!", https://www.birgun.net/haber/belediye-gorevlileri-de-muteahhit-kadar-suclu-585600
