ÇALIŞTAY 1
- KADER AÇISINDAN DEPREM ALGISI VE İSLAM’A GÖRE DEĞERLENDİRMESİ-
MODERATÖR VE KİTAP EDİTÖRÜ: DOÇ. DR. EKREM UYSAL (BATMAN ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAK. /BATMAN)
KONULAR
Deprem karşısında olumlu ve olumsuz kader inançları
Depreme bağlamında tedbir ve tevekkül ilişkisi
Deprem özelinde, âdetullah, sünnetullah, kozalite/sebeplilik ve kader ("Bilgi, Teknoloji, Koruyucu Tedbir ve Hazırlıkların kaderdeki yeri" veya "Beşerî Tedbir – İlahî Takdir İlişkisi)" veya "Modern bilim/bilgi ve teknolojilerin deprem hazırlık için kullanımı ve bunun kader ve tevekkül ile ilişkisi")
Deprem öncesinde ve deprem sonrasında sorumluluk üstlenme ve kader ile ilişkisi
Kader Anlayışının Deprem Karşısında İnsan Psikolojisi ve Manevi Dayanıklılığa Etkisi
Deprem özelinde yoksulluğun kadere etkisi ve yapılabilecekler
Deprem Bağlamında Kaderin Değişmesi Meselesi -Tedbir insan ömrünü uzatır mı, yaşam kalitesini yükseltir mi?-

DEPREM BAĞLAMINDA KADER KAVRAMI
PROF. DR. RECEP ARDOĞAN
İslam açısından deprem hadisesinin nasıl görüldüğü ve kader kavramının bilimle uyuşup uyuşmadığı ele alınması gereken önemli, önemli olduğu kadar da farklı görüşlerin ve ve yorumların dolaşımda olduğu bir konudur.
Öncelikle kader kavramı, insan mecbur olduğu bir alınyazısı değildir.[1] Kur'an'a bakıldığında, "kader"in, evrendeki düzeni ve düzen içinde işleyişin yasalarını ifade ettiği görülür:
“O, yaratan ve şekillendiren, ahenk verendir. O, ölçüyle yapan (takdir eden) ve yolunu-yönünü gösterendir.”[2]
"Güneş de kendi yörüngesinde akar. Bu, yüce ve her şeyi bilen Allâh'ın takdiridir."[3]
"O her şeyi yarattı ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etti."[4]
Ayrıca, gerek tüm evrenin ölçü ve denge içinde olmasını sağlayan ve insanoğlu tarafından toplumsal hayata, hukuk ve siyasete aktarılması gereken "mizan yasası" da kader planının temelidir. Bu açıdan bakınca, bilimin temel işlevi Kur'an kavramaları olan "kader"i, "mizan" yasasının farklı alanlardaki işleyişini, varlıkta gayelilik ve düzeni keşfetmektir. Bu bağlamda bilimsel bilgileri sahiplenmek ilk önce Kur'an'a iman eden Müslümanların görevidir.
Bazı âlimler de şu açıklamayı yaparlar: Kader "olacaklara ilişkin genel hüküm"dür. (Aliyyü’l-Kârî, Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber, 103.) Yani işleyin nasıl gerçekleşeceğini belirleyen, sürdürülebilir bir düzeni sağlayan kurallardır. Kaza ise Allah tarafından geçmişte yapılan kodlamanın, temelinde genel geçer kurallar bulunan düzenli işleyişin dış dünyada birer birer ayrıntılarının meydana gelmesidir. "Ezelî iradenin, onlar için belirlenen vakitlerde varlıklara tealluk etmesi; tekillerin her halinin belirlenen zaman, fert, sebebe bağlanmasıdır." "Kader ezelîdir; kaza ise ebedî devam eder. Kader, tüm mevcudatın varlığının Levh-i Mahfuz'da toplumca bulunması; kaza ise şartlarının oluşmasından sonra mevcudatın ayrı ayrı, dış dünyada varolmasıdır." (Cürcânî, et-Tarifat. 166. Burada Eş'arilerde kaza ve kader kavramların yer değiştirdiğine, terim ile tanımları Maturîdîlere göre yeniden eşleştirdiğimizi belirtelim.)
Gazzalî'nin tanımıyla da kader, "mevcudatın düzen içinde olmasını gerektiren ezelî irade"dir ve ilahî inayettir. Kaza ise "bu iradenin özel vakitlerinde işlevini gerçekleştirmesi"dir.[5]
Bu tanımlara göre, doğada ve toplumda düzen ve sürekliliği sağlayan ilahî kodlamadır, evrendeki düzeni sağlayan ölçü, insicam ve kanunluluğun; insan hayatının düzenini sağlayan sosyolojik kanunlarının Allah tarafından belirlenmesidir. Kanaatimizce, bu anlamda kader planı ile tabiat kanunları aynı şeyin farklı ifadeleridir.
Kader, asla insanın davranışlarının önceden robotik kodlaması değildir. Daha açık bir ifadeyle, İnsanın iradî fiillerini ise Allah tarafından öncede programlanmış değildir gerçek anlamda biliş, duyuş, bilinç ve davranış Sahibidir. Dolayısıyla, kendisine emanet edilen zihin ve iradeyi sahiplenmeli; bilinçli ve duyarlı olarak hareket etmelidir. Kaderin, robotik insan figürü ile anlaşılması, dinin insana sorumluluklarını bildirmek ve onu kendi iradesiyle iyi olana yöneltmek için gelmesiyle çelişmektedir, dolayısıyla İslam'a ait bir yaklaşım değildir.
Her bilimsel bilgi önümüzde yeni seçenekler demektir. İnsan bilgisini artırarak hayatta daha farklı seçenekler olduğunu fark eder. İnsana düşen tüm seçenekleri görerek iyi bir planlama yapmaktır. Bugün jeoloji, sismoloji gibi bilimler, yer kabuğunu oluşturan katmanları, yer kabuğu içine birbirine baskı ve itme gücü uygulayan levhaları ve fay hatlarını, dolayısıyla deprem kuşaklarını tespit etmektedir. Geoteknik mühendisliği, zemin, kaya ve yeraltı suyu özelliklerine uygun bir inşaat projesinin nasıl olması gerektiğine ilişkin veriler sunmaktadır. Ayrıca inşaat mühendisliği, depreme dayanıklı binaların ne gibi malzemelerden nasıl inşa edilmesi, sismik izolatörlerin nasıl kullanılması gerektiğini ortaya koymakta, bunları formüllere aktarmaktadır. Tüm bu bilimsel verilere göre hareket etmek, verimli-korunaklı seçenekleri uygulamak dinî bir sorumluluktur. Çünkü Allah insana akıl, idrak, gözlem, tecrübe, bilgi ve bilim üretme yetenekleri vermişse, bunları doğru biçimde kullanması için vermiştir. Allah insana verdiği nimetleri (veya nimetlerin eserlerini) insan görmek ister, işte insanın söz konusu yetenekleri kullanması ve bunların eserlerini hayatında görünür kılması (tahdis-i nimet), Allah'ın irade ettiği insanî/medenî değerlerdendir.
İslam düşünce tarihinde, kader konusundaki en ekstrem görüş, Cebriyye'ye aittir. Ancak, cebriyye'nin taraftarı kalmamış bir mezheptir.
Burada önemli bir husus da evrenin genel düzeni dışında gerçekleşebilecek bir olayın, ancak Allah'ın tarihe ve topluma ve müdahalesinin ifade eden "sünnetullah"ın tezahürü şeklinde olacağıdır. Burada âdetullah ile sünnetullah arasındaki ayrıma dikkat edilmelidir. âdetullah, aynı sebeplerden sonra aynı sonuçların gerçekleşmesini, doğada süreklilik arz eden düzeni açıklar. Sünnetullah ise yeryüzündeki en üstün irade, zihin ve bilince sahip insanla ilgili bir kavramdır. İnsan toplumuna ve tarihe Allah'ın, deist anlayışın aksine, zaman zaman müdahale etmesidir. Allah'ın peygamber ve vahiy göndermesi, yol göstermesi, uyarması, insanların hidayeti için mucizeler yaratması, sapkınlıkta ısrar eden kavimleri hidayeti seçen mümin azınlık üzerinden devam ettirmesi, yolunda çaba gösterenlere yollarını açması şeklindedir. Buna göre Allah (c.c.), hikmetine binaen bazen doğanın işleyişine müdahale edebilir. Dolayısıyla olayların manevi yönünü ihmal ederek salt seküler yaklaşımla değerlendirmek eksik olacaktır. Çünkü Allah ne evrenle ne de insanla ilişkisini kesmiş değildir. Diğer yandan, bir âfeti "özel bilgilere sahip" imiş gibi "doğal düzen" ile ilişkisini keserek yorumlamak da yanlışa açık bir yaklaşımdır. Ayrıca, hiçbir bilimsel bilgiye sahip olmadan bir kimsenin kehanette bulunması, örneğin elinde bilimsel veri olmadan şurada veya burada deprem olacağını söylemesi de tevhide aykırıdır.
İnsanlar, bilgi, bilim ve teknoloji karşısında iki gruptur. Bazıları bu bilgi ve teknolojileri belli ölçüde öğrenir ve kullanırlar. Bazıları ise yeni bilgiler, teknik ve teknolojiler üreterek, mevcut olanı daha ileri götürürler. Böylece, bilimin "süreç boyutu" yani bilimsel araştırma ve bilgi üretme süreci işler, insanlık medeniyet alanında ilerler. Aslında insanın halife olmasının bir anlamı da budur. O, kendinden öncekilerin halefi, sonrakilerin de selefidir. Kendinden öncekilerin bilgi, fikir ve teknoloji, kültür ve medeniyet mirasını alır, bunları geliştirerek kendinden sonrakilere bırakır. Her toplumda mevcut bilgi ve teknolojileri devralıp bunları daha ileri noktaya götürecek kapasite vardır. Toplumumuzda da bilimin her dalında bunu yapabilecek ve yapmakta olan insanlarımız vardır. Ama aynı zamanda, toplumumuzun en önemli zaaflarından biri, mevcut bilgiyi özümsememek ve olması gerektiği gibi kullanmamaktır. Yetkiyi bilgi sahibi ve ehil kimselere vermemek de diğer önemli bir zaaftır. Yaşadığımız deprem, bunun açık, somut ve acı göstergesidir.
"İhtiyaç her işin üstadıdır." Deprem kuşağında olan ülkemizde depreme dayanıklı, güvenli ve işlevsel yapı(laşma)lara ihtiyaç vardır. Bu ihtiyaç, başka ülkelerde de vardır ve oralarda insanları gerekli bilim ve teknolojileri üretmeye sevk etmiştir. Ancak İslam Peygamber'i (s.a.v.) insanları, ilim öğrenmeye ve öğretmeye ya da en azından ilmi sevmeye teşvik ederken Müslümanlar bu konuda geri kalmışlardır. Ancak ülkemizde, bu bilim ve teknoloji üretiminde ve de kullanımı alanında bir yetersizlik söz konusudur. kaynağımız bunun yeterin Gerekli sermayeye sahip kimseler, inşaat mühendisliği ile ilgili donanıma sahip olmasa da konut inşa etmeye girişmiş; uzman olmadıkları konuda uzmanların bilgisine göre de hareket etmemişlerdir. Toplumumuzda bir yanda her alanda en ileri düzeyde uzmanlığa sahip insanlar bulunmakta diğer yandan ihtiyaç duyulan bilgilere ulaşmamakta ve bunları kullanmamakta ısrar eden cehalet örneği kimseler bulunmaktadır. Bunlar "kâr"ı görünce bilime "ihtiyaç" duymamakta; "kârun"laştıkça "Bu zenginlik bana bilgim dolayısıyla verildi" diye düşünmektedirler. Ayrıca, uzmanlara sahip kurumlarda bazı yetkililer, gerekli denetimleri yapmak yerine adam kayırmacılık (?) veya rüşvetle iş yapmaktadırlar.
İnsan yaşananlardan ders çıkartırsa buna "tecrübe" denir. Yaygın tecrübeler, bilimin başlangıcını oluştur, sonra bilim gözlem ve özel deney ortamlarındaki araştırmalarla ilerler. deprem de insanoğlu için böyle bir araştırma alanıdır. Örneğin, deprem kuşağında olduğunu bilip de gerekli bilim ve teknolojileri kullanarak tedbir almayan insan, ömürden de ölümden de sorumludur. Hem bu dünyada hem de ahirette bundan sorguya çekilir, hak ettiği cezayı bu dünyada görmese bile ahirette mutlaka görür.
Kader kavramı bağlamında yaratılışın iki boyutunu özellikle vurgulamak gerekir:
1. Allah tarafından doğanın tasarlanması ve tabiat kanunlarının belirlenmesi
2."İrade"nin yaratılması
Mutlak özgür olan Yüce Allah, beşerî düzlemde özgürlüğün de garantisidir. O, bağımsız kararlar alabilmeye olanak veren bir irade yaratmış ve bu iradeyi insana verilmiştir. Belirlenmişlik ile özgürlük, verili anlam ile varoluş iç içedir. Dolayısıyla evrendeki düzende kaderdir, insanın, bu düzeni, bu düzene göre de sürdürülebilirliğin kurallarını keşfetmesi, gezegen üzerindeki tasarruflarının sonuçlarını öngörmesi, tedbir alabilmesi de kaderdendir. Bu bağlamda İslam âlimleri, "Kadere iman vaciptir ama kader ile ihticâc caiz değildir." derler. Kader ile ihticac, insanın işlediği günahlara, hata, kusur ve ihmallerine kaderi gerekçe göstermesidir ki, bu bir günah ve itikadî sapmadır. Çünkü İslam inancının en temel kavramlarından olan ilahî imtihan mefhumu ile çelişmektedir. Bir kimsenin günahı kaderde olduğu için işlediğini söylemesi, Allah'ın ona sorumluluk yüklemesinin anlamsız olması gibi bir sonuca götürür. Nitekim, Hz. Ömer'in halifeliği zamanında bir adam suç işlemiş yapmış, yakalanarak sorgulanmış ve suçu sabit olmuştu. Hz. Ömer (r.a.) ona neden bu suçu işlediğini sorunca, o adam:
— Allah böyle takdir etmiş, diye yanıtlamıştır.
Hz. Ömer de suç için bir ceza, işlediği günahın sorumluluğunu kadere yüklemediği için de ayrı bir ceza vermiştir.
Dolayısıyla mühendislik kurallarına aykırılık ve malzemeden çalma gibi sebeplerle yıkılan binalar inşa etmenin üstelik bunları deprem yönetmeliğine uygun diye pazarlamanın, sebep olduğu vefatlar ve yaralanmalar ve başka kayıplar nedeniyle ahirette büyük vebali olduğu gibi fıkhen/hukuken bu dünyada da ağır cezaları vardır. İslam'ın koyduğu iyiliği emir ve bireysel sorumluluk ilkesi gereğince, günaha rıza da günahtır, hata ve ihmali bulunanların suçunu örtbas etmek de suçtur. İnsanoğlunun adalet çerçevesinde ve adalet için yapılabilecekleri, İslam’ın da bir gereğidir. İslam, bireysel sorumluluktan; bireyin topluma karşı sorumluluğundan da söz eder.
yaşanan olayların, düşünme, karar verme, idrak, ibret, tedbir, sabır ve tevekkül çerçevesinde insanın imtihanı olduğu açıktır. Bu imtihanda musibete maruz kalmadan akıl ve bilim çerçevesinde gerekli tedbirleri almak, gerekli tedbirlerin alınması için insanları teşvik etmek, gerekli denetimi yapacak kurumlar oluşturmak; başa bir âfet gelince maddi ve manevi sebeplerini sorgulamak, ders çıkarmak; üzerine düşenleri yaptıktan sonra Allah'a tevekkül etmek ve Allah'ın hükmüne razı olmak, sabrı felaha vesile yapmak; aynı toplumda ihtiyaçlarımızı kolayca karşılaşmak ve huzur içinde yaşamak için işbölümü yaptığımız insanlarla zor anlamlarda da birlik ve dayanışma içinde olmak, zorda ve darda kalanlara elinden geldiğince yardım etmek, İslam inancının gerekleridir. İslam'ın hükümleri, insanları dünya ve ahiret maslahatlarını sağlamaya yöneliktir. Bu hükümlerin gereğini yerine getirmek, sadece ahirette değil bu dünyada da insanları huzur ve kurtuluşa ulaştıracaktır.
Dolayısıyla, İslam'da ne kader ne de tevekkül kavramları, bilime aykırı olmadığı gibi, bilimsel açıklamaların alternatifi de değildir. bir olayın nasıl olduğunu açıklamak bilimin işlevidir. kader de evrende bir ölçülülük ve belirlenmişlik olduğunu ifade etmekle, bilimin açıklayabileceği bir düzen olduğunu söylemektedir. Bunun yanında kader kavramı bazı hususların daha altını çizmektedir. Evrendeki düzen, maddenin özünden gelmemektedir. maddeyi yaratan ona özellikleri kodlamış, evrendeki düzeni tesis etmiştir. insan maddeci bir şekilde bakmamalıdır. ikinci olarak insan, aklı, bilme yeteneği, eylemde bulunma gücü ile kendi yolunu, manevi değerleri de gözeterek çizmelidir. ancak o, insanı her şeyin ölçüsü olarak görmemeli, insanın bilgi ve gücünün sınırlı; Allah'ın bilgi ve gücünün ise sınırsız olduğunu bilmelidir. yani insan elinden geleni yaptığı ama başarılı olamadığı durumlar olabileceğini, başarının kendisinden kendi kapasitesini doğru biçimde kullanıp kullanmadığından sorumlu bilmelidir. ayrıca, her şeyin insanın kontrolünde değildir, her şeyi gücü ve kontrolü altında tutan Allah'tır. O halde insan, kapasitesini kullanırken maneviyatını ve moralini de güçlü utmalı; Allah'tan da başarı dilemeli; o'na tevekkül etmelidir.
Dünyadaki çok farklı canlı türleri içinde yalnızca insana akıl yürütme, bilgi üretme ve bunları sonrakilere aktarma yeteneği verilmiştir. insani kapasitenin bir unsuru olarak akademik zekâ ve bilimsel yetenek de insanın doğru biçimde kullanmakla sorumlu olduğu bir emanettir. o halde bilim ile kader kavramlarını birbirine alternatif olarak yanlış olacaktır. örneğin, deprem hadisesini kader ile açıklamak, yer kabuğunun alt kısmında aralarında fay hattı bulunan büyük levhalar bulunduğunu, fay hatlarında gerilim ve enerji birikmesi olduğunu ve bunların belli aralıklarla depremlere neden olduğunu inkar etmek değildir. kader temelde, insanın bilgi, irade ve gücünü aşan, onun engelleyemeyeceği olayların Allah'ın da kontrolü dışında gerçekleşen bir belirsizlik olmadığını vurgular. Dolayısıyla bilimin açıklamaları maddi dünyada işleyişin nasıl olduğunu ve insanın nasıl hareket etmesi gerektiğini söylerken din ve kader kavramları, insanın gücünü aşan yerde nasıl bir ruh hali ve moralite içinde olması gerektiği söyler.
[1] Kaderin dilimizde, halkımızın kullanımında, öne çıkan anlamı, bir olayın insanın irade ve gücünü aşması, insanın yapabilecek bir şeyi olmamasıdır. Halkımız çaresiz kaldığı durumlar için "kader" der. Örneğin öngörülemeyen ve önem alınamayan bir hastalık kaderdir. Ancak, bağımlılık yapan madde kullanımına veya işlenen bir suça kader denmez. Diğer yandan "Her şey kader çerçevesinde olur." derken ise kader, "Allah'ın evrene koyduğu genel düzen"e ve "Her şeyi kapsayan ilahî ilm"e atıf yapar. "Deprem kaderdir", derken bu ikinci anlamda doğrudur. Ancak, bunu deprem konusunda insanların yapabileceği bir şey yoktur, şeklinde anlamlandırmak yanlıştır.
[2] A’lâ 87/2-3.
[3] Yâsin 36/38.
[4] Furkân 25/2. Bk. Talak 65/3.
[5] Gazzalî, el-Erbe’ûn fî Usûli’d-Dîn, 9.