ÇALIŞTAY 3
ÂFET GÜNLERİNDE TOPLUMSAL DAYANIŞMADA MİLLÎ DUYGULAR VE DİNÎ İNANÇLARIN ROLÜ
MODERATÖR VE KİTAP EDİTÖRÜ: DOÇ. DR. SELİM GÜLVERDİ
(ADIYAMANÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAK. /ADIYAMAN)
KONULAR
Depremin Yaralarını Sarmada Biz (Ortak Kimlik) Bilinci ve Ortak Kimliğin Bileşenleri
DEPREMİN HATIRLATTIĞI ETİK DEĞERLER -KATASTROFİK ETİK-
Dinî Cemaatler ve Bilimsel Kurumların Afet Yönetimindeki İşbirliğinin Önemi
Deprem Sonrası Toplumsal Yardımlaşmada Dinî Değerlerin Gücü
Deprem Sonrası Psikososyal Destekte Dinin ve Bilimin Katkıları
Toplumun Medeniyet Bilinci ve Afet Zamanında Aktive Olma Biçimleri
Deprem Felaketlerinde Dinî kurumların Sosyal Dayanışma Rolü
KATASTROFİK ETİK
Katastrofik etik (catastrophic ethics), felaket senaryoları veya büyük ölçekli yıkımlarla ilgili etik kararları ve sorumlulukları ele alan bir etik dalıdır. Bu kavram genellikle şu alanlarla ilişkilidir:
Felaket Senaryoları ve Ahlaki Sorumluluk
Doğal afetler, nükleer savaş, küresel ısınma, biyolojik tehditler gibi insanlık için büyük risk oluşturan durumlarda ahlaki sorumlulukların nasıl belirleneceği tartışılır.
Önleyici Etik (Precautionary Ethics)
Büyük çaplı felaketlerin önüne geçmek için etik ilkelerin nasıl uygulanması gerektiği üzerine odaklanır. Örneğin, küresel ısınmanın olası yıkıcı etkilerini en aza indirmek için alınması gereken önlemler etik açıdan nasıl gerekçelendirilebilir?
Ahlaki Muhasebe - Murakabe
Katastrofik olayların ardından sorumluluk paylaşımı ve adaletin nasıl sağlanacağı üzerine düşünceler içerir. Örneğin, savaş veya çevresel yıkım sonrası devletler veya şirketler nasıl bir etik çerçevede hesap vermelidir?
Felaket Anında Etik Kararlar
Acil durumlarda kimin kurtarılacağı, kaynakların nasıl paylaşılacağı gibi kritik kararlar etik açıdan nasıl ele alınmalıdır? Bu durum özellikle "felaket tıbbı" (disaster medicine) ve kriz yönetimi alanlarında önem taşır.
Varoluşsal Riskler ve Gelecek Nesillerin Hakları
İnsanlık için potansiyel bir yok oluş riski oluşturan teknolojik veya çevresel tehditler karşısında etik sorumluluklarımız nelerdir?
Katastrofik etik, genellikle etik teoriler (faydacılık, deontoloji, erdem etiği vb.) çerçevesinde değerlendirilse de, olağan etik meselelerden farklı olarak aşırı belirsizlik ve büyük ölçekli sonuçlar içerdiği için daha özgün ve karmaşık yaklaşımlar gerektirir.
Bu konuyla ilgili özellikle çevre etiği, biyoteknoloji etiği ve uluslararası hukuk perspektifinden çalışmalar da mevcuttur. İlginizi çeken spesifik bir boyutu var mı?
DEPREMZEDELERE DESTEKTE SAHADAKİ DİN GÖREVLİLERİ[1]
Prof. Dr. Recep ARDOĞAN
GİRİŞ
Problem ve Varsayımlar
Deprem bağlamında din eleştirileri görmezden gelinmemesi gereken bir olgudur. Depreme ilişkin din temelli açıklamaların yanında, bunları reddeden ve bilimle uyuşmadığını ileri süren açıklamalar da toplumda görülmektedir. Örneğin, Depremi, kader veya Allah’ın kötülük ve zulüm işleyen insanlara yönelik bir uyarısı veya verdiği bir ceza olduğuna ilişkin açıklamalar yanında, bunun eski çağlara ait din ve mitolojilerden kalma bir inanç olduğu da ileri sürülür.[2]
Bu bağlamda deprem gibi afetlere ilişkin mitolojik açıklamalar, bu düşünceye bir kanıt olarak gösterilir.
Bunun yannda şu yaklaşım da oldukça önemlidir:
“Bilimsel sorunları bilime, felsefi sorunları felsefeye bırakmak, bu konulara inançları karıştırmamak esas olmalıdır.[3] Bu yaklaşım tarzı aslında inanç sömürüsünün önlenmesi ve inançların vicdanlardaki saygınlığının korunması bakımından da esastır. Bu yüzden önerim, din ve vicdan özgürlüğü adı altında din eleştirisinin önünü kapatmamak, bu konuda eleştirel bir gelenek oluşturmak; eğim süreçlerinden dini tümüyle uzaklaştırıp ailelere bırakmak ve eğitimi sadece bilim ve çağcıl değerler ve becerilere odaklamaktır.”[4]
Depremle ilgili bir yazının, satır aralarında dini eğitim alanından dışlayıcı bir öneriyle bitmesi, iyi niyetli değil, üstenci ve baskıcıdır. Burada dine saygı ve din özgürlüğüne riayet gösterisi altında dini sosyal hayattan dışmalayı hedefleyen Fransız laisist yaklaşım söz konusudur. Özgürlük adına dinin toplumun farklı alanlarından, özellikle de eğitim alanında dışlamanın özgürlük değil “sadece kendi düşüncesine özgürlük tanımak” anlamına geldiği vurgulanmalıdır.[5] Aynı yaklaşım, dinin hayatı ve yaşananları anlamlandırma noktasında binlerce yıldır yaptığı katkıyı; İslam’da dinin mahiyeti yanında bireysel ve toplumsal alandaki işlevlerinin ilmî düzeyde belirlenmesi için ortaya konan ilim dallarıın varlığını görmezden gelerek manevi destek çalışmalarına karşı çıkılması da dikkat çekicidir. Aşağıdaki ifadeler bunun bir örneğidir:
"Türkiye’deki sorun psikolojik hizmetlerle dini hizmetler karıştırılması oldu. Tabii ki herkesin dini inancına göre hizmet alması gerekir ama profesyonel psikolojik hizmetin dinî olarak sunulmaması gerekir.”[6]
Din görevlileri, normal zamanlarda olduğu gibi daralan vakitlerde ve katastrofik zamanlarda da toplumda önemli görevleri yerine getirirler. Ancak, katastrofik zamanlarda onların üzerine düşen görevler elbette daha farklı ve daha çok dikkat gerektiren görevlerdir. Bu görevlerden biri de deprem günlerinde, afetten etkilenen insanlara manevi destek ve rehberlik etmektir. Bunun çeşitliilim dallarının ortaya konularak disipliner destekli bir şekilde yapılması önemlidir. Bu konuda eksiklikler ve yapılması gerekenler vardır. Bununla birlikte, bir hizmet alanında her zaman eksikler olabilir, yapılması gereken o hizmeti sonlandırmak değil eksikleri gidermek, hataları düzeltmektir.
Burada deprem karşısında iki zıt yaklaşımı karşılaştırarak konunun açıklık kazanmasını sağlayabiliriz. Bu iki yaklaşım kötülük problemi sözcülüğü ve teodisedir.
İlki, yaşanan acı ve üzüntüler üzerine Allah’ın varlığını, iyi niyetini, hikmetini, adaletini, kerem ve merhametini sorgular; daha doğrusu depremin varlığının sonsuz kudret ve kerem sahibi Allah’ın varlığıyla bağdaşmayacağını ileri sürer. Bu tez, afetten maddi, fizyolojik veya psikolojik anlamda yara almışlık durumunu yeniden vurgular ve acıyı yeniden ve yeniden yaşamaya yöneltir. Toplumun inancına ve dinine yönelik saldırı, aslında acının varlığını vurgular, elemi elim hale getirir. İyi oluş için inançtan bir manevi destek arama çabasının boş, anlamsız, gerçeklikte karşılığı olmayan bir durum olduğunu vurgulayarak durumun elim ve vahim olduğunun altını çizer. İyimserlik aşılamak, bazen yaşamla ölüm arasında kalmış bir insana can suyu vermek gibidir. Bir insanı yaşatmanın tüm insanlığı yaşatmak gibi olduğunu vurgulayan ayet ışında, bunun, ne denli önemli bir erdem olduğu anlaşılabilir. Modern din felsefesinde kötülük probleminin mantıki bir problem olarak görülmesi ve spekülatif olarak tartışılması yaygınlaşmıştır. Oysa bu, sorunun yalnızca dışsal yönüdür. Sorunun sübjektif yönü ise daha farklı bir problemdir. Hayatın içinden bir problemdir ve bunun çözümü insanın salt zekâsına hitap eden spekülatif açıklamaların ötesinde, onun aklı ve kalbi, düşünce ve duygularına da seslenmek; “hayat dolu” bir tepki vermektir. Ancak, insanın inanan bir varlık, inancından ruh hâli ve hissiyat, önce kendisini bağlayıcı olan ilkeler ve kurallar, kısaca duyuş ve duruş tarzı çıkarıyor oluşu, inancın problemin tüm sübjektif yönlerini belirlemekte olduğunu göstermektedir.
İkincisi ise Allah’ın adalet ve hikmetini savunurken, afet karşısında insana bir direnç noktası, moral gücü ve acıyı azaltıcı bir açıklamalar sunar. Afet maruz kalan bireylerin “iyi oluş (well-being)”larına ama onların isteğiyle doğrudan katkı yapar. Bu noktada din görevlileri ve toplumun kanaat önderleri önemli rol oynarlar.
İyimserlik kadar iyimserlik aşılamak da önemli bir haslettir. İyimserlik aşılamak, bazen yaşamla ölüm arasında kalmış bir insana can suyu vermek gibidir. Bir insanı yaşatmanın tüm insanlığı yaşatmak gibi olduğunu vurgulayan ayet ışında, bunun, ne denli önemli bir erdem olduğu anlaşılabilir. Özellikle günümüzde çok okunan yazarların önemli bir kısmının hayatını intiharla sonlandırdığını düşününce, insanın İslam’dan süzülüp gelen hikmet ve iyimser bakış açısına ne denli muhtaç olduğu anlaşılmaktadır. Bazen bir insana iyimserlik aşılamak, ona yapılabilecek en büyük iyiliktir.
Deprem sonrası yaşanan travmaların atlatılmasında dinî cemaatler ve kurumlar da sosyal medya aracılığıyla aktif rol oynamaktadır. Bu nedenle her toplumda dinî referanslı yardım kuruluşları vardır. “Birçok çağdaş sivil toplum örgütlenmesinde dinî örgütlerin bir yeri vardır. ABD’de örneğin, bu, organize bir şekilde yapılır."[7]
Psikolojik destek sunan dinî sohbetler, dua etkinlikleri ve manevi rehberlik çalışmaları, afetzedelerin moral bulmasına yardımcı olmaktadır. Bu süreçte, dinî liderlerin ve kurumların paylaşımları, halkın manevi olarak toparlanmasına katkı sağlamaktadır.
Yalnızlık duyma ve destek bulma
Kriz zamanlarında, bireylerin iyi oluşu sağlayacak bir fikriyat ve inanca, yalnız olmadığını ve yalnız bırakılmadığını hissettirecek bir maşeri şuuru ve toplumsal dayanışmaya ihtiyaç duyar. Bunun için din görevlileri, kriz zamanlarında sahada olmak zorundadır. Bu din görevlilerinin bir yandan kamu görevidir; diğer yandan da çağrılmadan, başkaları da var demeden, içten gelerek hareket etmelerini sağlayan bir inanç ve yaşam tarzı unsurudur. Bu nedenle, insanlara manevi destek noktasında, onlar gönüllü olarak en ön safta yer alırlar.
Zorda olanların korkularını, kaygılarını, endişelerini, üzüntülerini ve acılarını dindirmede ve en aza indirmede en önemli desteği vermeye çalışırlar. Din görevlilerinin burada, zorda kalan insanlar ile inanç arasındaki bağın sağlıklı bir şekilde kurulmasında; bireyler ile toplum arasında ortak kimlik, duygudaşlık bağı ve dayanışmanın iyi düzeye getirilmesinde rol oynar. Değerler manzumesi olarak dinin inançlar, ilkeler ve kurallar şeklinde aktive olmasında; toplumda yaşayan bir unsur haline gelmesinde ve toplumsal değerlerin canlanmasında rol oynar. Elbette İslam’da bir din adamı sınıfı bulunmaz; bireyin bilinci bir ruhban sınıfının vesayetinde değildir; bireyin Allah’la ilişkisi dini bir kurumun süpervizörlüğünde değildir; ancak bireylerin birbirine hakkı ve sabrı tavsiye ilkesini en iyi şekilde organize olan din görevlileri yerine getirecektir.
Araştırmalarda ulaşılan önemli bir tespit de “Kolektivist toplumda diğerlerine yönelik farkındalık duygusunun ağır basması, bireylerin çoğu zaman kendilerini daha alt seviyedeki bireylerle karşılaştırmasına yol açmaktadır. Bu ise bireyde memnuniyet, mutluluk duygusunu artırmaktadır.”[8] Yine başkalarıyla paylaşmak ve muhtaçlara yardım etmek de âdeta mistik bir sinerji yayarak bireyin iyi hissetmesini ve mutlu olmasını sağlamaktadır. Paylaşmak ve yardım etmek de İslam’da şükrün bir ifadesi sayılmaktadır.
İrfanı ortaya çıkarmak ve canlı tutmak
Toplumda çok farklı inanlara veya ideolojik temele sahip; düşünceleri, ideallari, hayattaki amaçları değişik insanlar vardır. Toplumda yeni nesle örnek gösterilecek davranış modelleri ve buna temel oluşturan irfan ve duyarlılık olduğu gibi, suçlar ve suçları besleyen düşünceler de vardır. Bu nedenle “kötü örnek olmaz.” Sözünün işaret ettiği şekilde toplumsal kültürde, tarih ve gelenekte modelolanları bulup toplumda görünür hâle gelmesi ve çoğunluk tarafından benimsenmesi için çalışmak gerekir. İşte din görevlilerinin önemli bir rolü budur: toplumsal kültürdekşi irfanı ve bilgeliği oluşturan değerler, kavramlar ve fikirler setini ortaya çıkartıp bunları canlı tutmak için çalışmak.
Dinî görevlilerin afet zamanlarında en önemli rollerinden biri, her şeye rağmen toplumda tarihten süzülerek bugüne gelen irfan bakayalarını gün yüzüne çıkartarak toplumun moral, sabır, sebat ve metanet kaynağını, toplumsal kültürde bulmalarını sağlamaktır. Altını çizelim ki, toplumsal kültürde bulunan her şeyi iyi, yararlı ve hikmetli olmadığı gibi toplumsal kültürdeki her şey kötü, zararlı ve anlamsız değildir. Olumlu ve olumsuz unsurlar iç içedir. Nasıl ki insanoğlu, yaratılış itibariyle iyilik üzeredir, ama fikriyatı, sözlemleri ve eylemleriyle kusursuz değildir; yanılabilir ve kötülük işleyebilir, aynı şekilde toplumsal kültürde kusurlar, yanılmalar, iyi ve doğrudan sapmalar vardır. Dolayısıyla toplumda iyi unsurları hatırlatan; iyilikleri yaymaya çalışan insanların varlığı toplumsal bir gerekliliktir. İşte din görevlileri, bu toplumsal gerekleri yerine getirmek için vardır. Onlar, toplumsal kültür içinde halk irfanının incelikleriyle inkişaf ettirmek için çalışırlar; toplumun daha iyi olma umudunu yaşatırlar.
Din görevlilerinin topluma yönelik önemli ve olumlu uyarıları normal zamanlarda önemlidir. İnsanların kurallara uymaları, gerekli bilgi ve teknolojileri kullanmaları, afetlere karşı tedbir almaları ve depreme dirençli yapılaşma ve ekolojik şehirleşme için çalışmaları; İslam’ın mizan yani denge ve adalet ilkesini genel bir uygulamaya koymaları için din görevlileri uyarıcılık misyonuna sahiptir. İnsanların bildiği ama nefisine zor geldiği için kurallara uymadığı; ancak eğitim ve uyarılar sayesinde kurallara uyma bilincini geliştirdikleri görülür. İşte bu noktada dinin uyarıcılık rolü, din görevlilerinde samimi ve gönüllü şekilde somutlaştığında, toplumsal duyarlılık artar.
Toplumda insanlar arasındaki köprü, ortak kavramlar, ortak değerler ve bunlara kaynaklık eden ortak inanç ve varlık görüşü üzerinden kurulur. biri diğerine yardım ettiğinde, söz gibi hal ve davranışın toplum tarafından kodlanlan anlamları, referansları, taşıyıcısı olduu duyguları vardır. bir destek davranışı, bu kodlamalarla birlikte yapılır karşı tarafta toplumsal uylaşım üzerinden bu kodlamaları çözerek anlam ve duyguları alımlar, algılar, yorumlar. ortak değerler arasıdna dinin önemli bir yere ve güce sahip olması nedeniyle, din görevlilerinin manevi destek noktasında, sosyal köprüleri daha hızlı inşa edebileme kapasitesine dayalı daha büyük bir gücü vardır.
Sosyal etkileşim üzerinden olumlu duygu ve düşünce aşılama
Sosyal etkileşim, bireyler veya gruplar arasındaki karşılıklı iletişim, tepki ve etkileşim süreçlerini ifade eder. İnsanlar, sosyal çevrelerinde sürekli olarak başkalarıyla etkileşime girer ve bu etkileşimler toplumun yapısını, normlarını ve bireylerin kimliklerini şekillendirir.
Sosyal etkileşim, en az iki tarafın birbirine tepki vermesiyle gerçekleşir. Tek taraflı bir iletişim değil, diyalojik bir süreçtir. Etkileşimde bulunan bireyler, sözlü veya sözsüz ifadeleri yorumlayarak anlam çıkarır ve tepki verir; dinamik bir süreçtir. Sosyal etkileşimler, bireylerin ömrü boyunca var olan bir süreçtir.
Sosyal etkileşim, bireyin sosyalleşme süreciyle karşılıklı bağlantı içindedir. Günümüzde iletişim-bilişim teknolojileri sosyal etkileşimi sanat ortama da taşımıştır. Sosyal medyanın yaygınlaşması, etkileşim biçimlerimizi ve toplumsal ilişkilerimizi yeniden şekillendirmiştir.
Sosyal etkileşim, İş birliği (Kooperasyon[9] Rekabet (Kompetisyon)[10] ve Çatışma (Konflikt)[11] şeklinde olabileceği gibi uyum ve rol paylaşımı ve modelleme gibi türleri de vardır.
Uyum (Konformite): Bireyin toplumsal normlara ve beklentilere uyum sağlamasıdır.
Rol ve Statü Etkileşimi: Toplumsal rollere ve statülere bağlı olarak bireylerin birbirleriyle kurduğu ilişkilerden oluşur.
Erving Goffman’a göre, insanlar toplumsal hayatı bir sahne gibi görürler ve farklı durumlara göre farklı "roller" oynarlar (dramaturjik kuram). Örneğin, bir kişi iş yerinde profesyonel bir rol oynarken, arkadaşlarıyla daha rahat bir kimlik sergileyebilir. Sosyal roller, kanaatimizce, toplum düzeninin aslî unsurları, hayatın dinamikleridir. Toplumsal ve diyolojik bir varlık olması nedeniyle, sosyal rolü olmayan biri için hayat anlamını kaybeder. Sahne sanatlarında rol en iyi nasıl oynanırın cevabını, rolünü iyi oynayan birinde arandığı gibi, gerçek hayatta da rolünü iyi oynayan kimseye bakılarak toplumsal bir rolün nasıl gerçekleşetirileceği öğrenilir, eğitimlenilir. Model alma kavramı bunu ifade eder.
Sosyal etkileşim, etkileyen birey ve etkilenen birey arasında, ortak toplumsal değerlere, paydaşlığa, empatiye dayalı bir ilişki biçimidir. Ortak değerler olmadan veya alımlanmadan, sosyal etkileşim, dayanışma ve yardımlaşma gerçekleşemez.
Etkinin olması için karşı tarafın hazır ve kabil olması gerekir. İşte bunu sağlayan ortak inanç ve değerler alanı; anlam ve referenslar dünyasıdır, hissiyat âlemidir.
İyimserlik kadar iyimserlik aşılamak da önemli bir haslettir. İyimserlik aşılamak, bazen yaşamla ölüm arasında kalmış bir insana can suyu vermek gibidir. Bir insanı yaşatmanın tüm insanlığı yaşatmak gibi olduğunu vurgulayan ayet ışığında, bunun, ne denli önemli bir erdem olduğu anlaşılabilir. Özellikle günümüzde çok okunan yazarların önemli bir kısmının hayatını intiharla sonlandırdığını düşününce, insanın İslam’dan süzülüp gelen hikmet ve iyimser bakış açısına ne denli muhtaç olduğu anlaşılmaktadır. Bazen bir insana iyimserlik aşılamak, ona yapılabilecek en büyük iyiliktir.
Burada iyi oluşun temeliyle ilgili günümüzde farklı teorilerin olduğu da belirtilmelidir. Bunlardan, “aşağıdan yukarıya” kuramları, bireyin olumlu ve olumsuz anların, o kişinin algıladığı öznel iyi oluşunu ortaya çıkarmak için toplandığını ileri sürerken yukarıdan aşağı kuramları ise daha olumlu bir zihin durumuna sahip bireyin belirli bir olayı, daha olumsuz bir perspektife sahip olan bir kişiden “daha mutlu” olarak algılayabileceğini ileri sürmektedir.[12] Ancak, içinde yaşadığımız çok değişkenli karmaşık dünya, bize tek yönlü açıklamaların yetersiz olduğuna işaret etmektedir. Bireyin iyi oluşunda benimsediği inanç perspektifinden bakmasının hayatına önemli etkileri vardır. Diğer yandan bireyin kişisel özellikleri de kendisi için yapılandırırken bir inanç üzerinde değişiklkler yapmasına yol açabilir. Bununla birlikte, kutsal kitabında “Gevşemeyin, üzülmeyin; eğer iman etmişseniz üstünsünüz.”[13] buyurulduğu, pek çok ayette ümitsizlikten sakındırıldığı,[14] başına musibet gelince ümitsizliğe düşenlerin yerildiği,[15] sayısız ayette doğrudan veya dolaylı olarak nimetlere dikkat çekildiği bir dinin, iyimser bakış açısından inananı, bulunduğu noktanın kat kat üzerine yükselteceği de açıktır.[16]
KAYNAKLAR
Ardoğan, Recep, “Teodisenin ruh hâli: İnancın musibet karşısında insanın iyi oluşuna katkısı”, Musibetler Karşısında Teodise-İnsan ilişkisi, ed. Yasin Ulutaş, Kahramanmaraş. Klm Yayınları, 2024.
Ardoğan, Recep, İslam’da Din Özgürlüğünün Temelleri -Kelamî Bir Yaklaşım-, klm yay., İstanbul, 2016, s. 252.
Ardoğan, Recep, "Bir Din Özgürlüğü Savunusu", www.haksozhaber.net/bir-din-ozgurlugu-savunusu-31044yy.htm
[1] Tebliğ, henüz taslak hâlindedir.
[2] BK. Aydın, Hasan, "Din, Bilim ve Deprem", [yayımlanma tarihi: 17.02.2023 10:40] https://www.gazetedurum.com.tr/yazar/Hasan-Aydin/din--bilim-ve-deprem-25923
[3] Felsefenin “felsefe-i ûlâ” adı verilen ve tarih boyunca en öne çıkan konusu doğrudan fizik ötesiyle ilgili olup aynı zamanda dinin ve teolojinin konusudur. Felsefeyi metafizikten soyutlama, onu “bilim felsefesi”ne indirgeyen pozitivist bir yaklaşımdır. Günümüzde din ve metafiziği kategorik olarak reddeden dil felsefecilerinin felsefeyi “dil felsefesi”ne indirgemeleri de din ve metafizik karşıtlığının ne derece ideolojik dar kalıplar oluşturabildiğinin bir örneğidir.
[4] Aydın, Hasan, "Din, Bilim ve Deprem", [yayımlanma tarihi: 17.02.2023 10:40] https://www.gazetedurum.com.tr/yazar/Hasan-Aydin/din--bilim-ve-deprem-25923
[5] Bu konuya ilişkin geniş bir değerlendirme için bk. Ardoğan, Recep, İslam’da Din Özgürlüğünün Temelleri -Kelamî Bir Yaklaşım-, klm yay., İstanbul, 2016, 196-200.
Yakın tarihimizdeki tartışmalarda, kamu kurumlarında, okullarda ve hatta belirsiz bir kavram olan “kamusal alan”da başörtüsüne karşı çıkan kimilerinin tezi neydi?
“Başörtüsü, demokrasiye, çoğulculuğa aykırıdır.” şeklinde miydi?
Ya da “Bazılarının başını örtmeyi tercih etmesi, insan haklarına aykırıdır.” şeklinde miydi?
“Başörtüsü tabiî hukukla bağdaşmaz.” şeklinde miydi?
“Başörtüsü, din özgürlüğüne aykırıdır, kültürel haklara, üçüncü kuşak haklara aykırıdır.” şeklinde miydi?
Yoksa, bunun laiklikle bağdaşmadığını mı söylüyorlardı. İşte bu sorunun cevabı, laikçi zihniyetin deşifre olduğu yerdir.
Bugün gelinen noktada, bunlardan kimilerinin, “üniversitelerde başörtüsünün yasaklanması, laikliğin gereği değildir.” diyor olmaları, yaygın gerçekliği değiştirmez. Tarihi yok sayabilirsiniz ama yok edemezsiniz.
Ardoğan, Recep, "Bir Din Özgürlüğü Savunusu", www.haksozhaber.net/bir-din-ozgurlugu-savunusu-31044yy.htm [Erişim: 22.2.2025]
[6] Nebi Sümer, "Afetlere karşı dayanıklı bir toplum nasıl oluruz?" [Yayımlanma tatihi: 6 Mart 2024] tarihli https://sarkac.org/2024/03/afetlere-karsi-dayanikli-bir-toplum-nasil-oluruz/
[7] Nebi Sümer, "Afetlere karşı dayanıklı bir toplum nasıl oluruz?" [yayım tarihi: 6 Mart 2024], https://sarkac.org/2024/03/afetlere-karsi-dayanikli-bir-toplum-nasil-oluruz/
[8] Çankır; Yener, İş’te Pozitif Davranış, 238.
[9] Ortak hedeflere ulaşmak için bireylerin veya grupların birlikte çalışması
[10] Sınırlı kaynaklar veya statü için bireylerin veya grupların yarış halinde olması
[11] Çıkarların, inançların veya değerlerin uyuşmaması sonucu ortaya çıkan karşıtlık durumu
[12] Diener, Ed; Katherine Ryan. “Öznel İyi Oluş: Genel Bir Bakış”. trc. Nevzat Gencer, Hitit Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 11/3 (2018), 2625.
[13] Âl-i İran 3/139.
[14] Bk. Yusuf 12/87; Hicr 15/55; Zümer 39/53.
[15] Bk. İsrâ 17/83; Rûm 30/36.
[16] Ardoğan, Recep, “Teodisenin ruh hâli: İnancın musibet karşısında insanın iyi oluşuna katkısı”, Musibetler Karşısında Teodise-İnsan ilişkisi, ed. Yasin Ulutaş, Kahramanmaraş. Klm Yayınları, 2024, 96-97.
